29 Temmuz 2010 Perşembe

KALICI KİLO VERMEK İSTEYENLER İÇİN...

AÇ KALMADAN VE GERİ ALMADAN

KALICI KİLO VERMEK İSTEYENLER İÇİN...


Her ne kadar grubumuzun ilgi alanı dışında da olsa çoğumuzun ortak sorunu fazla kilolar...


Son 3 yıla kadar kilo problemi nedir bilmeyen deli gibi iştahlı, tatlı ve çikolatalar hayatının merkezi olan gece uykudan kalkıp tatlı yiyen evdeki şeker ve tatlı stoğu azalınca paniğe kapılan ve buna rağmen 36 bedenden başka beden tanımayan 51 kilonun üzerini baskülde görmemiş bir kadındım.


Son 3 yılda benim bu aşırı rahatlığım ve metabolizmamın yavaşlaması, üst üste eklenen kilolarla gidişatın ciddi olduğunu bir şeyler yapmam gerektiğini bana hatırlatmaya başladı.

Ben hatırlamak istemesem de aynaya baktığımda gördüğüm görüntü ya da alışverişte kalçamdan yukarı çıkmak istemeyen pantolonlar ve şık eşofman arayışları, sürekli dolabımdaki 36 beden giysilerime bakıp iç çekmek, evden çıkarken bir türlü kıyafet uyduramayıp, sonunda sürekli giydiğim üniformaya dönüşen bol elbiselerden birini nefretle giymek... Bütün bunlara son verme zamanının geldiğini hissettim ve harekete geçtim.


Önce internette bütün diyet listelerine bakarak işe başladım. Bu tür konularda çabuk sonuca gitmek isteyen bir yapım olduğu ve bu işlerde deneyimim sadece arkadaşlarımın kilo alma ve verme hikayelerini dinlemekten ibaret olduğu için hemen sonuca götürecek şok diyetler çok cazip geldi ve işe onlarla başladım. Karpuz diyeti, elma diyeti, fıstık ezmeli diyet, simit diyeti derken, basküldeki oynamaların kesinlikle yağ kaybı değil, vücuttan atılan su ve ödem olduğu kanaatine vardım. Çünkü yağ kaybını bu kadar süratli yerine koymak mümkün değildi. 3-4 günlük açlık rekorunuzun bir porsiyon tatlıyla ya da iki incirle sonlanması gerçekten şok edici! Bu tarz “şok” diyetlerden böylece vazgeçtim.


Bu arada öğrendiğim en önemli şey, kiloları vermek kadar onları korumak olduğuydu.

İnsanlar sürekli verdikleri kiloları geri almasalar, çevremizde sürekli kilo verme hikayeleri dinliyor olmazdık.


Bir de diyetisyene gittim. Diyetisyen de dert edilecek bir fazlam olmadığını , bu “gürbüz” halimin bana çok yakıştığını ve uzun vadede hiiiiç acele etmeden yavaş yavaş uygulamam için elime bir liste tutuşturdu.


Yaşım gereği birkaç ay vücudum direnç gösterebilir ama istikrarlı davranırsam gram bazında acele etmeden ve tabii ki 2 haftada bir sevgili diyetisyenimi ziyaret ederek kilolarımdan uzuuuun vadede kurtulabilirmişim.


Sözü çok uzatmadan tatile gitmeye 1 ay kala ben nasıl bir mayonun içine girebileceğimi düşünürken Dr. Pierre Dukan’ın “SAF PROTEİN DİYETİ”yle tanıştım. Bütün detaylarını bir daha hayal kırıklığı yaşamamak için kurcaladıktan sonra etle aramın iyi olmamasına rağmen aklıma yattı ve tam motivasyonla başladım.


Şu ana kadar 5 kiloyu hızlı bir şekilde verdim ve hedefe varmaya 2 kilo kala sizlerle paylaşmak istedim.


Bu diyeti bizzat denemiş biri olarak sizlerle paylaşıyorum:


Bu protein esaslı diyetin güzellikleri ve onu diğer diyetlerden ayıran özellikler şöyle sıralanabilir;


- Diyet protein esaslı olduğu için açlık duygusu hissetmiyor, hatta bazı öğünleri zorla yiyorsunuz. (Ben ara öğünleri acıkmadığım için yemedim.)


- Çok kısa vadede yüz güldüren sonuçlar almak, motivasyonunuzu yükseltiyor.


- Diyetin son evresinde kilo koruma programını da uygularsanız (ki kesinlikle uygulanmalı) verdiğiniz kiloları geri almıyorsunuz.


DİYET ÜÇ EVREDEN OLUŞUYOR:


ATAK EVRESİ; SAF PROTEİN DİYETİ


SEYİR EVRESİ; SAF PROTEİN + SEBZE


KİLO KAYBINDAN SONRA GÜÇLENDİRME EVRESİ (Verdiğiniz her kilo için 10 gün hesaplanıyor.)


Protein diyetini diğerlerinden farklı yapan özellikler ise şunlar:


*Proteinlerin saflığı sağladıkları kaloriyi azaltıyor.

Yani protein kaynaklı tek tip beslenmede, vücut bir öğünde alınan bu besinleri sindirmeye programlanmadığı için besinlerdeki kalorilerden tam olarak yararlanamıyor.


*Proteinlerin sindirilmesi işleminde vücut çok kalori yakıyor.

Günün sonunda 1500 kalorilik protein tüketimine karşılık, sindirim sonrasında vücudun harcaması için geriye 1000 kalori kalıyor.


*Saf proteinler iştahı kesiyor ve uzun süreli tokluk hissi veriyor.


*Saf proteinler ödem ve su toplamayı önlüyor.

Atak devresi saf proteinlerden oluştuğundan en çok su atılan dönemdir


*Saf proteinler organizmanın direncini yükseltiyor.


*Kas-kaybı ve deri sarkması olmadan zayıflamayı sağlıyor.


ATAK EVRESİ: Saf proteinden oluşan atak evresi adından da anlaşıldığı hızlı kilo verme ve sonuç olarak yüksek motivasyon sağlıyor. Süresi vermek istediğiniz kilolara bağlı olarak 1-10 gün arasında değişiyor.


Fazla hırslı olmayan 5 kilonun altındaki fazlalıklar için atak dönemi yetecektir.

Tartınızdaki hızlı değişikler çok yüksek motivasyon sağlıyor.


DİYETİN HER EVRESİNDE EN AZ 1,5 LT SU İÇMELİSİNİZ.


Suyun dışında aspartamlı her türlü içecek serbest. Çay, kahve, kolalı içecekler, gazozlar...

(Ben tatlı ihtiyacımı hissetmemek için aspartamlı gazoz ve limonata içtim.)


ALACAĞINIZ PROTEİNLER:


  • Yağsız etler: Sığır eti, dana eti: Dana rosto, biftek, antrikot, fileto, köfte...
  • Sakatatlar: Ciğer (Yalnız dana, sığır ya da kümes hayvanlarının ciğeri)
  • Balıklar: Bu besin grubu için hiç bir sınırlama yok. Yağlı, yağsız bütün balıklar serbest.)
  • Deniz ürünleri: Karides, yengeç, midye, istakoz vs.
  • Kümes hayvanları: Ördek ve kaz eti dışında derisi alınmak şartıyla kümes hayvanlarının tamamı.
  • Az yağlı ya da yağları ayıklanmış jambon, macar salamı.
  • Yumurtalar
  • Yağsız süt ürünleri: Light beyaz peynir ve yoğurt. ( Süt peynire dönüşürken sütteki tek şeker olan laktozu yok ettiğinden yağsız süt ürünlerinde saf protein bulunuyor.)
  • Bu listedeki tek zorunlu şey günde 1.5 lt su. Eğer vücutta suyla sağlayacağınız yoğun boşaltım eksik kalırsa açığa çıkan yağ atıkları vücutta birikecek ve asla kilo kaybı olmayacaktır (Bu sıcaklarda su tüketmek çok kolay; buna rağmen zorlanıyorsanız maden suyu diyet kola, gazoz kahve içmek serbest.
  • Son madde günde 1,5 çorba kaşığı yulaf kepeği. Bağırsaklarınızın çalışmasında sorun yaşıyorsanız yulaf kepeği çok yardımcı, ayrıca hacminin 25 katından fazla suyu emdiği için midede şişkinlik hissi yaratıyor ve tok tutuyor. (Ben gece tatlı krizimi engellemek için yoğurt ve birkaç kaşık toz tatlandırıcıyla karıştırıp yemeyi tercih ediyorum.)


5 günlük bir atak evresinde benim kilo kaybım 2,5 kilo oldu. Fazla kilonuza ve yaşınızla bağlantılı olarak kilo kaybınız 2-3 kilo arasında değişiyor


Yukarıda sayılan bütün yiyecekleri hiç bir şey eklemeden yemek serbest.


Ben size ATAK EVRESİ diyetine örnek olarak bir günlük liste veriyorum.

Kendiniz de yukarıdaki yiyeceklerden liste oluşturabilirsiniz:


Kahvaltı:

*Aspartamlı kahve ya da çay.

*Seçime göre 1 ya da 2 küçük yağsız yoğurt ya da 200 gr yağsız beyaz peynir

* 1 ya da 2 dilim yağsız salam


Ara öğün:

Açlık hissederseniz 1 küçük yoğurt ya da l00 gr beyaz peynir.


Öğle Yemeği:

En az 2 parça biftek ve yoğurt (1-2 parça turşuya izin var.)


Ara öğün:

1 küçük yoğurt ya da bir dilim hindi eti


Akşam Yemeği:

*4 parça derisi alınmış tavuk budu ya da balık

*2 kutu yoğurt ya da peynir

SEYİR EVRESİ : SAF PROTEİN+ SEBZE


Atak evresini başarıyla tamamlayı hızla verdikleri kilolarla yüksek motivasyon sağlamış olanları 2. devre saf protein+sebze diyeti bekliyor.


İkinci evrede atak diyetinin bütün gıdalarına devam ederken, bunun yanında çiğ ya da pişmiş sebzeler sınırsız olarak eklenerek hedeflediğiniz kiloya gelene kadar diyete dönüşümlü olarak devam ediyorsunuz.


Dönüşümden anlatmak istediğim kısaca şu:

  • Kısa vadede en etkili sonuç 5/5. Yani 5 gün saf protein diyetinin ardından, 5 gün de protein+sebze diyeti yapmak.
  • İkinci yöntem 1/1. Yani 1 gün saf protein, diğer gün protein+sebze diyeti.
  • Kilo fazlası daha az olanlara ise uygun olan 2/7 yöntemi. Yani 2 gün saf protein haftanın geri kalan 5 günü de sebze+protein diyeti


GÜÇLENDİRME EVRESİ:


Kiloları verdikten sonra asıl önemli devre geliyor; VERİLEN KİLOLARI KORUMAK.


Güçlendirme evresi verilen kiloyla bağlantılı olarak hesaplanıyor. Verdiğiniz her kilo için 10 günlük koruma programı yapmalısınız. Ama bu hiç korkutucu bir diyet değil, hatta diyet bile değil.


Güçlendirme Evresinde neler yiyebiliriz:


*Atak rejiminin proteinli besinleri,

*Seyir döneminin bütün sebzeleri,

*Muz ve üzüm dışında her gün 1 porsiyon meyve,

*Günde 2 dilim tam tahıllı ekmek,

*Günde 50 gr çok yağlı olmayan peynir,

*Haftada iki porsiyon hamur işi,

*2 Çorba kaşığı yulaf kepeği,

*Ve haftada bir gün mutlaka saf protein diyeti.


Ve bütün bunlara ilave olarak haftada 2 kez ödül yemeği. Ödül yemeği 2 öğün arka arkaya yememek şartıyla ödülden ne anlıyorsanız o olabilir. (Bir porsiyon pasta, çikolata, tatlı, kuru yemiş ya da şarap olabilir.)


Son söz olarak diyeti yapmaya karar verdiyseniz, denemek için değil başarmak için yapın.

Diyet boyunca her gün tartılabilirsiniz, vücudunuzun direnç gösterebileceği kilolara kadar indiğinizde kilo verememek gibi ön yargılarınız oluştuğunda bir müddet tartıya çıkmayın, o aşamayı da kolaylıkla atlattığınızı göreceksiniz.


Kendinizi ulaştığınız kiloda hayal edin, inceyken çekilmiş resminizi sabah uyandığınızda görebileceğiniz bir yere asın, size fazla kilolarınızı çağrıştıracak bütün bol giysilerinizi gözden uzak bir yere kaldırın, hatta ulaşmak istediğiniz bedende bir giysi alıp odanızda görebileceğiniz bir yere asın ve onun içinde kendinizi hayal edin...

Takıldığınız noktalar olursa mesaj atın.


Başarılar.

Sevgiyle kalın.

20 Temmuz 2010 Salı

ANI YAŞAMAK...

ANI YAŞAMAK...


Yaşamımızda geçmiş ve gelecek üzerine o kadar çok odaklanıyoruz ki, hayatımızda en değerli olan hazineyi, “ANI” kaçırıyoruz.


Bir arkadaşımızla konuşurken ya da doğayı izlerken “anda olmak” yerine yarın için planlar yapıyor veya akşam ne yapıcağımızı düşünüyoruz.


Yaşamımızın “şimdi”de olmadığı bir zaman asla olamaz. Geçmiş de şimdide yaşanmıştır. Gelecek de şimdide yaşanacaktır.


Varlığınızın özüne ulaşmanın, derin ve sarsılmaz huzur hissinin anahtarı “anda yaşamak”tır.


“Anda” yaşamadığımız sürece geleceğimiz, geçmişimizin kopyası olacaktır. Zihnimiz geçmişin ağır yüklerini taşıyor ve ona bağlılığını sürdürüyorsa aynı şeyleri tekrar tekrar deneyimleyeceğiz demektir.


Geleceğimizi şekillendiren şey “şu andaki” bilincimizin niteliği, geçmişin ortadan kaldırılabileceği yer ise “anda yaşamaktır”.


Biz geçmişin ya da geleceğin sorunlarıyla dolu olduğumuzda hayatımıza yeni bir şeyin ya da çözümün girebilmesi için yer yoktur. Yapabildiğiniz her an bir yer açmalıyız ki hayatımıza çözümler girebilsin.


Bazılarımız daima başka bir yerde olmayı isterler. Onların “buradası” asla yeterince iyi değildir.


Kendinizi gözlemleyerek, sizin yaşamınızda da durumun böyle olup olmadığını görün.

Eğer yaşadığınız “anı” katlanılmaz ve çekilmez buluyorsanız 3 seçeneğiniz var:


Hiçbir bahane yaratmadan, bütün sorumluluğu üstlenerek, ya o durumdan uzaklaşın ya o durumu değiştirin ya da olduğu gibi hiçbir içsel çatışma yaşamadan kabullenin.


Hayatınızla ilgili yaptığınız herhangi bir eylem eylemsizlikten daha iyidir.


Eğer hatalı bir eylem yaptıysanız en azından bir ders alırsınız ki bu durumda o hata olmaktan çıkar.


Yaşamımızın sorumluluğunu üstlenmek istiyorsak, soruna saplanıp kalmayalım. O zaman hiçbir şey öğrenemeyiz.


Eğer “şimdimizi” ya da andaki durumumuzu değiştirebilmek için gerçekten yapabileceğimiz bir şey yoksa o zaman “tüm içsel direncimizi” bırakarak şimdiyi bütünüyle kabul edip teslim olalım.


Teslimiyet bir zayıflık değildir. Sadece teslim olmuş insan, ruhsal güce ve içsel huzura sahiptir. Yaşama ve onun getireceklerine güvenirsek o zaman durumun hiçbir çabaya gerek kalmadan değiştiğini görürüz.


Evrenin ve Varoluşun doğası, her durumun her koşulun geçiciliğine yakından bağlıdır.

Yaşadığımız bir drama sıkı sıkı yapışmadığımız sürece o mutlaka değişecektir.

Olumsuz ruh halimiz, arzu ettiğimiz koşulu çekmek yerine onun ortaya çıkmasını engelleyecektir.


Kimsenin, en yakınlarınızın bile içsel huzurunuzu ve enerjinizi etkilemesine izin vermeyin.


Birisi size kaba ve incitici sözler söylediyse, hemen saldırıya geçmek, öfkelenmek ya da içinize çekilmek gibi tepkiler verip olumsuzluğa girmek yerine, içinizde biriken o duyguları fark edin ve sizi incitmeden geçmelerine izin verin.


Bu insan sizin “İçsel huzurunuzu” kontrol etme gücüne sahip değildir.


O zaman güç başkasında değil, sizdedir. Bütün bu yıkıcı duygular zihnin ve egonun eseridir.

Sizi egonuz ve zihniniz yönetemez, varlığınızın huzurunu bozamaz, kontrol her zaman

sizdedir.


KENDİMİZİ “ZİHNİN GÜRÜLTÜSÜNDEN” KURTARALIM.


Eğer zihin doğru bir şekilde kullanılırsa muhteşem, yanlış kullanılırsa çok yıkıcı bir hale gelir.


Ancak zihni sessizleştirebimeyi başardığımızda “Varlığımızla” bütünleşebiliriz.


Varlığın farkındalığını yeniden kazanmak ve o “hissetme idrakinde” kalabilmek aydınlanmadır.


İslamın mistik kolu olan Sufizm (Tasavvuf) öğretisinin merkezini “anı yaşamak” oluşturur. Gerçek bir sufi “şimdiki anın çocuğudur”.


Sufizmin büyük şairi ve öğretmeni Mevlana şöyle demiştir: “Geçmiş ve gelecek Tanrı’yı bizim gözümüzden saklar, her ikisini de ateşe atıp yakın”.

Anda olabilmek, yıkıcı düşüncelerimizden kurtulabilmek ya da ona ihtiyacımız olmadığında zihnimizi susturabilmek için biz neler yapabiliriz ona bakalım:


Gün içinde ya da yatağınızda yatarken kafanızdaki düşünceleri, o yoğun gürültüyü, tekrarlanan düşünce kalıplarını tarafsız bir şekilde yargılamadan dinleyin. Yorum yapıp yargılarsanız aynı düşünceler tekrar gelecektir.


Zihninizi ve benliğinizi ayrı ayrı hissedin. Siz sadece gözlemcisiniz.


Siz düşüncelerinizin geçişini izlerken an gelir kendinizi düşüncelerinizin tanığı olarak farkına varırsınız.


Gerçek benliğiniz zihniniz değildir, Varlığınızı o gürültünün dışında hissedersiniz.


Bu yeni bir bilinç boyutudur.


O zaman düşünceler üzerinizdeki güçlerini kaybederler ve bu zihinsel akışta bir boşluk bir düşünce-sizlik deneyimlersiniz.


Önceleri bu boşluk saniyelerle ifade edilir bunu tekrarladıkça düşünceler arasındaki boşluk süreleri uzamaya başlar.


O yaşadığınız boşluklarda Varlığınızın derinliğini ve mevcudiyetini hissettikçe tüm düşünceler, kaygılar, fiziksel dünya önemini yitirir.


Bu sözcüklerle anlatılabilir bir şey değildir. Bu farkındalık yeni bir yaşam biçimine, Varlık ile kalıcı bir birleşme haline dönüşücek ve yaşamınıza daha önceden asla bilmediğiniz bir derinlik ve dinginlik katacaktır.


“Anda” olmak budur.


Bu ayrıca fiziksel bedene yaşam veren enerji alanınızın frekansını yükseltir ve koşullara bağlı olmaksızın sizi huzurlu dengeli ve dingin bir insan yapar.


Sevgiyle kalın.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

REANKARNASYON VE KARMA

REANKARNASYON VE KARMA



Bizler her birimiz “Tanrı” denilen her şeyin kaynağının parçacıklarıyız.


Fiziksel bedenimizin ölümünün gerçekleşmesi ile geriye kalan enerji bedenimize “Ruh” diyoruz.


Ruhun bir enerji olduğu ve “Tanrı” denilen her şeyin kaynağının bir parçası olduğunu ve asla yok olamayacağını ancak boyut değiştirebileceğini kabul ettiğimizde Ruh’un ölümsüz olduğu gerçeğine varıyoruz.


Biz fiziksel gerçekliklerin hüküm sürdüğü evrenimizde, fiziksel bedenimizin beş duyusu ile diğer boyutları farkına varamıyoruz. Zaten olması gereken de budur.


Günümüzde yapılan laboratuar deneyleri bize ruhun varlığı hakkında elle tutulur sonuçlar vermiştir.


Ölmekte olan hastalar tartılmış, ölüme doğru önce terlemenin getirdiği kayıplar göz önüne alınarak kaydedilmiş, ölüm gerçekleştiğinde ise beden 21 gr. hafiflemiştir.

Ayrıca birçok ölüm anı fotoğraflarında bedenlerin üzerinde bulutumsu görüntüler kaydedilmiştir.


Bütün bu gerçekler Ruh beden yaşarken varolduğu gibi beden yaşamazken de varlığını sürdürdüğünü ortaya koyuyor.


Yani “Ruh doğmadan önce de ölümden sonra da vardır.” Ruhun bu ölümsüzlüğü kabul edildiğinde onun daha öncede de bedenlenmiş yani başka bedenlerde yaşamış olduğu gerçeği karşımıza çıkıyor.


Kısaca Ruhun veya (Üst Benliğin) bir bedenden başka bir bedene geçerek yaşamı fiziksel boyutta tekrar tekrar deneyimlemesine “REANKARNASYON” diyoruz.


İnsanların farklı kültürlerde doğması, farklı şanslara sahip olması, zengin ya da fakir olmaları, sakat ya da sağlıklı doğmaları eğer nedensiz olsaydı o zaman TANRI’nın ya da EVREN’İN adaletinden söz edebilir miydik?


O zaman tek bir neden var:


Şu an ne olduğumuz geçmişin çeşitli zamanlarında oluşan hareketlerimizin sonucudur.

Zaten farklı imkanlara sahip iki kişi adil olarak yargılanabilir mi?

Ruh, bir beden ölüp diğerine geçtiğinde hem yeni bir başlangıç yapma olanağına kavuşacak hem de önceki deneyiminden elde ettiği bazı kalıpları olumlu ya da olumsuz özellikler olarak bu yaşamına yani yeni bedenine taşıyacaktır.


Reankarnasyon ile yaşam deneyimlerinin borç ve alacaklarının diğer yaşamlara taşınarak dengelenmesine de “KARMA” diyoruz.


Biraz daha açarsak karma, bu yaşamda nedenini açıklayamadığımız, cezasını ya da ödülünü alamadığımız konuların açıklamasıdır.


Karma sadece geçmiş yaşamlardan taşınmaz, sürekli düşüncelerimiz ve davranışlarımızla da karma oluşturduğumuzdan geleceğimizin büyük bir kısmının belli olmadığı ve henüz şekillenmediği söylenebilir.


Karma’yı çoğu kez “Ceza” kavramıyla karıştırıyoruz. Karma bir ceza değil “Ektiğini biçme” teorisidir.


Ekmekle biçmek arasındaki boşluk nedeniyle neyi ektiğimizi unutup, başımıza gelenlerden başkalarını sorumlu tutarız ya da nedenini bulamayız.


Geçmişte yaptıklarımız hakkında en ufak bir fikrimiz yoktur ve aniden bir şey biçmemiz gerektiğinde bunun neden başımıza geldiğini anlayamayız “acımasız KADER” olarak adlandırıp yaşadığımız olumsuzlukların sorumluluğunu bizim dışımızdaki nedenlerde ararız.


Tüm KARMA TEORİSİ budur: “Ne ekersek onu biçeriz.”


Cennet ve Cehennem yukarılarda bir yerlerde değil burada bizim yanıbaşımızdadır.


Dünyada birkaç yıl süren isteyerek ya da istemeden yaptığımız yanlışların ya da kötü davranışların “Ebedi bir cezayı” hak etmesini çok anlamlı bulmuyorum. Çünkü “Sonu olan bir davranışın sonsuz bir sonucu da olamaz.” Bu durum Tanrı’nın sonsuz sevgisine, bağışlayıcılığına, doğanın ve evrenin yasalarına aykırıdır.


Karma oluşturmaktan kaçınmanın yolu hareketsizlik değildir.


Tam aksine hayatın içine dalıp erdemli ve orta yolda ilerlemeliyiz.


Orta yoldan her sapma bizde kötü bir karma oluşturacak ve ruhsal deneyimlerimizi tamamlamak için tekrar tekrar dünyaya gelip Reankarnasyon zincirinin uzamasına sebep olacaktır.


Sevgiyle kalın.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

KUANTUM DÜŞÜNCE VE ŞÜKRAN DUYGUSU

KUANTUM DÜŞÜNCE VE ŞÜKRAN DUYGUSU


Hayatımızda her zaman varolan bir şeyi kaybettiğimizde onun değerini anlarız. Şükran duygusu, sahip olduklarımızın değerini onlara sahipken bilmektir.


Sürekli memnuniyetsizlik ve tatminsizlikle yaşamak hayatın gidişatından ve sahip olamadığımız şeylerden yakınarak yaşamak ve evrene negatif enerji yaymak bu duyguları gerçeğe dönüştürür.


Odaklandığınız şey hayatınıza yayılır.


Eğer dikkatimizi sürekli bizde olmayan şeylere verirsek hayatımızdaki eksiklikler giderek artacaktır. Bu Evren'in değişmez yasasıdır.


Bizde eksik olan şeylere odaklanmak çözüm yerine sorunu düşünmek demektir. Sorunlara ya da eksiklere odaklandıkça bunlar katlanarak bize geri dönecektir.


Yaşadığımız bize acı veren bir durum ya da deneyim içindeki ders alınmadan tamamlanamaz.

İçindeki dersi anlamadığımızda benzer durumları tekrar tekrar hayatımıza çeker ve

talihsizliklerin yakamızı bir türlü bırakmadığından yakınırız.


Yaşadığımız her deneyimin içinde o anda durum ne kadar kötü görünürse görünsün mutlaka bir armağan vardır. Gelecekteki oluşumlar bizim için şimdiden hazırlanmıştır. Biz önyargılarımız ve negatif düşüncelerimizle bu süreci uzatırız.


Aşılması imkansız gibi görünen en zor durumlarda bile hayata güvenelim ve sahip olduklarımızın değerini onlara sahipken bilelim ve minnet duyalım.


Bu süreci kolaylaştırmak için size bir değer bilme ya da şükran günlüğü tutmanızı öneririm.


Küçük bir deftere sahip olduğunuz için şükrettiğiniz ve minnet duyduğunuz her şeyi en büyüğünden en küçüğüne kadar maddeler halinde yazın.


Evinizden, işinizden, arabanızdan başlayıp sizi seven her koşulda yanınızda olan aileniz, dostlarınız, arkadaşlarınız, sevgiliniz, eşiniz, ruh ve beden sağlığınız yakınlarınızın sağlığı, sağlıkla ve keyifle yediğiniz yemekler, yatağınızda uyuduğunuz güzel bir uyku, çok sevdiğiniz bir arkadaşınızla yaptığınız keyifli bir sohbet...


Ne kadar çok şeye sahip olduğunuzu görünce şaşıracaksınız.


Güzel, iç açıcı ya da bizi çok mutlu eden bir olayı o an için minnettarlıkla karşılarız ama günlük hayatın sorunları içinde kısa sürede onu unutur gene olumsuz olana odaklanmaya devam ederiz.


Olaylar sizi zorlamaya başladığınızda, desteğe ihtiyaç duyduğunuzda defterinize başvurun.

Ve sahip olduğunuz harika şeylere göz atıp bunlar için şükran duyun.

Her gün değerini farkına vardığınız şeyleri listenize ekleyin.

Bu süreç güven enerjinizi arttırır. Hayatın güzelliklerini hak ettiğinize ve bunlara layık olduğunuza inanırsanız olumlu olan her şeyi kendinize çekersiniz.


Yaşadığınız anlarda mutluluğu ve şükran duymayı seçmek, gelecekte daha fazla mutlu olmanızı sağlayacak şeyleri kendinize çekmeniz anlamına gelir.


Size gece yatarken yapacağınız küçük bir olumlama örneği;

  • Hayatıma ve kendime değer veriyor ve sahip olduklarım için şükran duyuyorum.
  • Hayatımın değerini bildikçe değerini bileceğim daha çok şeyi kendime çekiyorum.
  • Aldığım her nefesin değerini biliyor ve HAYATA şükran duyuyorum.


Sevgiyle kalın.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

ASLINDA YEDİ BEDENİMİZ VAR...

ASLINDA YEDİ BEDENİMİZ VAR...


Fiziksel bedenimizin içinde ve üzerinde gözümüzle göremediğimiz, modern fiziğin daha yeni yeni ölçebildiği frekanslarda varlığını sürdüren bir enerji bedeni (aura) vardır.


Enerjetik bedenimiz, sonsuz katmanlardan oluşan bir yelpazeye sahiptir ve metrelerce uzağa gidebilir.


Enerjetik bedenimizin son derece alıcı olduğu giriş ve çıkış kapılarına da “Çakra” diyoruz.


Aslında enerji bedenimiz (Aura) Ruh diye anlaşılan bir kavramı da içinde barındırdığı için bizim fiziksel olarak algılayamadığımız şeyleri yaşayabilmektedir.


Ruh ve aurayı bizim beş duyumuzla algılayamadığımız fiziksel gerçeklikler sınırlayamaz.


Enerji bedenimiz, fiziksel sınırlarımızın ötesindeki frekanslarda da var olabildiği için Ruh rahatlıkla her zaman, her yerde var olabilir.


Yani kısaca Ruh beden hayattayken de ölüm ve yaşamın ötesinde ne olduğunu algılamaktadır.


Astral yapanlar “Ruhun Ölümsüzlüğü” gerçeğini kavramışlardır.


Bu gerçekten yola çıkarsak Ruh beden yaşarken varolduğu gibi beden yaşamazken de varlığını sürdürecektir. Böylece Ruh doğumdan önce de, ölümden sonra da vardır.


Ruhun bir enerji olduğu ve asla yok olmayacağı ancak boyut değiştireceği gerçeğini yani ölümsüzlüğünü kabul edince onun daha önce de bedenlenmiş olabileceği olasılığı ortaya çıkıyor ki; buna “Reankarnasyon” diyoruz. Bir sonraki yazımda size Karma ve Reankarnasyon’dan bahsedeceğim.


Konuyu fazla dağıtmadan enerji bedenimizin katmanlarına geçelim. Enerji bedenimiz kabaca 7 katmanla sınırlandırılmıştır. Bunların ilk 3’ü fiziksel yaşamımızla doğrudan ilgili, sonraki bölümler ise yaşam ötesi boyutlar ile ilgilidir.


1. Eterik Beden:


Fiziksel Beden’e en yakın titreşimde olan bedendir ve hissetmesi en kolay olandır. Reiki 2 seviyesinde olanlar rahatlıkla hissederler. Eterik Beden bir anlamda bedenimizin koruyucu ağı olduğu için onun zarar görmesi fiziksel olarak hastalanmamıza yol açar. Fiziksel bedende olan bir ya da ameliyat izi Eterik Beden’de yırtılmaya yol açar.


2. Duygusal Beden:


Eterik Beden’den sonra gelen duygusal katmanın akışkan bir enerjisi vardır. Negatif savunma kalıplarımızın ve farkına varmadan verdiğimiz tepkilerin kaynağı bu katmandır.


3. Mental Beden:


Burası düşüncelerimizin zeminidir. Mental katman insanlarda genellikle duygusal katmanla karışarak yaşar. Bu nedenden çoğunlukla düşüncelerimizi duygularımızdan ayırt etmekte zorlanırız. Özellikle ani kararlar almamızı gerektiren konularda duygularımız, düşüncelerimizin önüne geçer, yani önce duygusal tepki veririz. İdeal olarak duygulardan bağımsız olarak sağlıklı, tarafsız kararlar alabilmeliyiz. Fakat anı bankamızda biriken duygusal deneyimler bunu genelde zorlaştırır.


4. Astral Beden:


Kalp Çakramızın yönettiği Astral Beden fiziksel bedenimiz ile ruhsal boyut arasındaki geçiş aşamasıdır. Kendisinden öteye gidemeyen, deneyim paylaşamayan insanlar, Astral Beden’i kullanamıyor demektir ya da başka bir deyişle astral katman rehberlik aldığımız düzey olduğu için bu bedenin etkisi azaldıkça yolumuzu bulmakta zorlanırız.


5. Eterik Şablon:


Enerjisi Tanrı’nın İradesi ve O’nun konuları ile yakından ilgili olan 5. Beden, bizim yeryüzü gerçeklerimizin oluşum planıdır. Eterik Şablon, bizim irademiz ile Tanrı’nın iradesi bağdaştığı sürece uyumlu işler.


6. Göksel (Kozmik) Beden:


Burası Meditasyonla ulaşılan bedensiz yaşamdır. Sözcüklerle anlatılması çok zordur.

Buradan bakıldığında fiziksel yaşam son derece anlamsız ve kopuk görünür. Dünyada mucize olarak adlandırılan olaylar Göksel Beden yoluyla gerçekleşen olaylardır.


7. Karmik Beden:


Karmik Beden Reankarnasyon’la ilgilidir; diğer yaşamlarımızın oluşumları bulunur. Diğer yaşamlarımızı bilmemizin yararı; çözemediğimiz bazı sorunlarımızın nedenlerinin geçmiş yaşamlarımızdan gelip gelmediğini öğrenebilmektir.


Sevgiyle kalın.