30 Ekim 2010 Cumartesi


BEDENİMİZ BİZE NE SÖYLÜYOR?


Bedenimiz düşüncelerimizin ürünüdür. Düşüncelerimiz bedenimizin görüntüsünü, hormonlarımızın işleyişini ve sağlığımızı etkiler.


Bütün hastalıklar önce zihinde başlar. Aslında bütün hastalıkların kaynağı aynıdır ama her insanda farklı tezahür eder. Bütün hastalıkların ortak sebebi “Olumsuz düşünceler ve stres”tir.


Hastalığın sağlıklı düşüncelere ve sağlıklı ruhsal yapıya sahip olan bir insanın bedeninde barınabilmesi imkansızdır.


Vücudumuz her saniye milyonlarca hücreyi yok edip yenilerini yaratıyor, her yedi yılda bir bedenimiz kendini yeniliyor. Bu mükemmel sistemi bozan ise bizim olumsuz düşünce ve duygularımız.


Kafamızda tekrarlanan her düşünce, zamanla inanç haline gelerek önce enerji bedenimizde daha sonra fiziksel bedenimizde yansımalarını gösterir.


Tekrarladığımız ve onayladığımız her cümle, olumlu ya da olumsuz bilinçaltımızda kalıplara dönüşür ve bu düşünceler doğrultusunda hissetmeye ve davranmaya başlarız. Birçok hastalığın genetik olduğunu düşünüp buna inandığımız için ailemizde yaşayıp gördüğümüz bir hastalığı bizim de yaşayabileceğimize inanmayı seçeriz.


“Ailemde bu hastalığa yakalanmış insanlar olabilir ama ben onlardan daha bilinçliyim, onların koşullarından farklı bir hayatım var ve ailemin sağlığı ile benim sağlığım arasında bağlantı yok” demek de bir seçim, “Ailemde bu hastalık yaşanmış, büyük bir ihtimalle ben de çıkacak” demek de bir seçim.


Genlerimiz, düşüncelerimizi, seçimlerimizi ve yaşam biçimimizi belirlemiyor, sadece olasılıkları belirliyor. Buna inanmak ya da inanmamak bizim seçimimiz.


Başımıza gelen her türlü sağlık sorununu biz yaratıyoruz. Sağlığımızın sorumluluğu tamamen bize ait.


Sağlıklı olmak, fiziksel bedenimizde bir hastalığımızın olmaması demek değildir. Bedenimizin, zihnimizin ve duygularımızın uyum içinde olduğu bilinçli, mutlu ve üretken olabilmektir.


Sağlık, hastalık, mutluluk ya da mutsuzluk, yaşadığımız hayatı bir yük ya da armağan olarak görmek, yaptığımız seçimlerin sonucudur.


Yaptığımız seçimlerin sonuçlarını beğenmediğimiz için suçu başkalarında ya kaderde aramak, bizi mutsuzluktan ya da hastalıklardan kurtarmaya yetmiyor.


Sağlıklı ve mutlu olmak bizim doğal hakkımız. Zihinsel, ruhsal ve bedensel sağlığımızı korumak için kendimize zaman ayıralım. Bedenimizin diline, bize ne söylemeye çalıştığına kulak verelim.


Hepimizde görülebilecek bazı rahatsızlıklar yoluyla bedenimizin bize vermek istediği mesajların yapılan araştırmalarda %90-95 oranında doğru olduğu görülmüştür;



BAŞ AĞRILARI


Kendimizi yanlış, değersiz görmekten yani onaylamamaktan kaynaklanıyor. Başınız ağrımaya başladığında kendinizi hangi konuda hatalı bularak yargıladığınıza dikkat edin ve hemen o konuyla ilgili kendinizi affedin. Migren türü ağrılar kendilerine çok baskı yapan mükemmeliyetçi kişiler tarafından yaratılıyor. Migrene yoğun olarak bastırılmış kızgınlık sebep oluyor.


BOYUN VE BOĞAZ


Boynumuzla ilgili yaşadığımız sorunlar, kendi bakış açımızla ilgili inatçı bir tutum sergilediğimiz ve her konuda haklı çıkmak isteyen bir kişiliğimiz olduğu anlamına geliyor. Eğer sadece “tek yol” ya da “tek bakış açısı” olduğu konusunda inancımız varsa hayatın çoğuna kendimizi kapatıyoruz demektir.


BOĞAZ


Boğazımızla ilgili yaşadığımız sorunlar, olaylar karşısında hakkımızı aramaktan çekinmek, “ben buyum” cesaretini gösterememekten kaynaklanıyor. Ayrıca boğaz bedenimizdeki “yaratıcı akışı” temsil ediyor. Yaratıcılığımızı ifade edemediğimizde ya da engellendiğinde boğazımızda sorunlar baş gösterir.


Başkalarının hayatını yaşamaktan kendi istediklerini yapamayan, sürekli anne, baba, eş, sevgili ve çocuklarının istekleri doğrultusunda yaşayan insanların çoğunda boğaz hastalıkları ve tiroid sorunları görülüyor.


SIRT AĞRILARI


Sırt destek sistemimizi temsil eder. Burada yaşadığımız sorunlar yeterince destek göremediğimizin ifadesidir.


Sırtımızın üst bölgesindeki ağrılar, duygusal anlamda destek yoksunluğu hissettiğimiz anlamına gelir.


Orta kısmı, hissettiğimiz suçluluk duygusuyla ilgilidir. Geçmişte yaşadığımız olaylarla ilgili hissettiğimiz suçluluk ya da olayları bastırarak hatırlamak istememekten kaynaklanır.


Sırtımızın alt bölgelerindeki ağrılara genellikle, yaşadığımız ekonomik sorunlar yol açar.


GÖĞÜSLER


Anne olmamızın sembolü. Göğsümüzde yaşadığımız sorunlar, aşırı koruyucu olmak anlamına gelir. Annelik sürecimizin bir parçası da nerede elimizi çekeceğimizi bilmek, çocuğumuzun büyümesine ve hata yaparak olgunlaşmasına izin vermektir. Göğüs kanserinin olduğu yerde derin bir öfke ve kırgınlık vardır.


KALP


Kendimizi sevgiden ve yaşama sevincinden yoksun bırakırsak, kalbimiz sağlığını yitirir. Yaşarken yarattığımız dramlara, kendimizi öyle kaptırıyoruz ki, her an çevremizde olan küçük sevinçleri göremiyoruz ve sevgiye ve yaşama sevincine kendimizi kapatıyoruz. Kalbimiz tek başına kriz yaratmıyor. “Krizi yaratan biziz”.


MİDE


Mide sorunları genellikle korku ve stresten kaynaklanıyor. Ülser, yeterli hissetmemenin yoğun korkusu. Başkalarını memnun edebilmek için harcanan yoğun çaba, işimiz ne kadar önemli olursa olsun kendimizi yetersiz hissetmemiz.


CİLT


Bireyselliğimizin ifadesidir. Başkalarının üzerimizde gücü olduğuna duygusuna kapılırsak cildimizde sorunlar baş gösterir. Cilt sorunlarından kurtulmanın en etkili yollarından biri gücünüze tekrar sahip çıkarak, günde yüzlerce defa “kendimi onaylıyorum” demektir.


ŞİŞMANLIK


Korunma ihtiyacımızı temsil eder. İncinmekten, eleştirilerden korktuğumuzda ya da güvensizlik hissettiğimizde yemeğe sığınıp kilo almaya başlarız. Dönem dönem yaptığımız rejimler sonuç verir ama rejimi bıraktığımız anda kilolar geri döner. Kendimizi zaaflarımızla sevmek, onaylamak, hayata güvenmek ve güvencede olduğumuzu bilir ve hissedersek en ufak bir sorunda yiyeceklere sarılmayız.


Hayatımızda ne olduğundan çok, nasıl tepki gösterdiğimiz önemli. Tüm yaşadıklarımızdan yüzde yüz sorumluyuz.


· Fiziksel bir sorununuz olduğunda önce zihinsel nedenine bakın.

· Sessizce oturun, içinize yönelin ve kendinize sorun. “Bende bunu yaratan hangi düşüncelerim olabilir?”

· Şu sözleri tekrar edin: “Bilincimde bu koşulları yaratan düşünce kalıplarımı bırakıyorum”.

· Yeni düşünce modelinizi bularak, konuyla ilgili olumlamanızı yaratın ve bunu defalarca tekrar edin.

· İyileşmenizin zaten başlamış olduğunu kabul edin ve hissedin.


Sevgiyle kalın.

24 Ekim 2010 Pazar


İÇİMİZDEKİ ÇOCUĞU İYİLEŞTİRMEK


Çocukluk dönemimizde yaşadığımız olaylar bugünkü zihin yapımızı belirler. Uzaktan Reiki vererek, sembollerle (zamanı ve mekanı aşarak), reddedip baskıladığımız bilinçaltımıza yerleşmiş olumsuz kayıtlarımızı ve travmalarımızı bilincimize çıkararak gerekli iyileşmeyi sağlayabiliriz. Bu size yorucu ve uzun bir süreç gibi görünse de gerçek anlamda zihinsel özgürlük, varlığınızın tam ve bütün olması “içinizdeki çocuğu iyileştirmek” ile mümkün olabilir.


Çocukluk dönemimizi dört döneme ayırıp temizlemek Reiki’de kullanılan en sağlıklı ve yaygın tekniktir.


1. İçimizdeki bebeğin tedavisi (0 ile 9 ay arası dönemde bebek için güven duygusu çok önemlidir.)


2. İçimizdeki küçük çocuğun tedavisi (9 ile 18 ay arası dönemde “ben” bilinci gelişir.)


3. İçimizdeki okul öncesi çağı çocuğun tedavisi (3 ile 6 yaş arası dönem, çocuğun birey olduğu ve sevilme ihtiyacının ön planda olduğu dönemdir.)


4. İçimizdeki okul çağındaki çocuğun tedavisi (7 ile 14 yaş arası dönemde başarılı olma, takdir edilme, paylaşma ihtiyacı ve öz saygı gelişir.)


İÇİMİZDEKİ BEBEĞİ İYİLEŞTİRMEK


Doğumdan 9 aylığa kadar süren bu dönemde en önemli konu “güven duygusu”dur. Dünyaya ve insanlara güvenmenin temeli bu dönemde atılır. Korunduğumuzu ve güvende olduğumuzu bu dönemde hissetmemiz gerekir.


İçimizdeki bebekle temasa geçip ona ihtiyacı olan güveni verebiliriz.


MEDİTASYON


Bu meditasyon tekniğini, zaman ve mekanı aşarak sembollerle yapılan bir çalışma olduğundan, sadece Reiki 2 seviyesine gelmiş arkadaşlarımız uygulayabilir..


İÇTEKİ BEBEKLE TEMASA GEÇME:


  • Rahatça uzanarak gözlerinizi kapatın ve Reiki kanalınızı açın.

  • Bebekliğinize ait bir fotoğrafa Uzaklık Sembolünü (HŞZŞN) çizin ve 3 kez mantrasını söyleyin.

  • Bebeği kendi içinizdeymiş gibi düşünün ve uzaklık sembolü ile onunla kurduğunuz bağlantıyı hissedin.

  • Uzaklık sembolünün gücüyle (HŞZŞN) sizinle bebeğin kalp çakraları arasında ışıktan bir köprü kurulduğunu hayal edin.

  • Güç Sembolü (ÇKR) ile bu körüyü sabitleyin. Ço Ku Rey’in mantrasını 3 kez söyleyin ve onun giderek büyüdüğünü ve ışıktan köprünün bu sembol ile daha da parlayıp canlandığını imgeleyin.


Artık bebek ile ilk temasınızı kurdunuz. Bebek de bunu hissediyor. O sizi bekliyor.


Şimdi içinizdeki bebeği bulmalısınız. Onun nerede olduğunu, nasıl göründüğünü bilmek ve onunla konuşmak istiyorsunuz.


  • Dünyaya geldiğinizde oturduğunuz evdesiniz. Hayal gücünüzü kullanın. Bu evin içinde bir merdiven var. Bu merdiveni biliyorsunuz. Merdiven aşağıya karanlığa doğru iniyor. Tam 20 basamağı var. Basamaklardan adım adım iniyorsunuz.

  • Işıktan köprü sizi yönlendiriyor, yayılan pırıltılarla etrafınızı hafifçe aydınlatıyor ve dört tane giriş kapısı olduğunu görüyorsunuz.

  • Işıktan köprü sizi dört girişten birine yönlendiriyor. Pırıltıları izleyerek koridorda yürüyorsunuz.

  • Koridorun sonu bir odaya açılıyor. Odaya giriyorsunuz. Şimdi içinizdeki bebeği görüyorsunuz. Odanın bir köşesine oturmuş size sevgi ve ilgi bekleyen gözlerle bakıyor.

  • Kalp Çakranızdan çıkarak sizi birbirinize bağlayan ışık köprüsünün daha da güçlendiğini ve parladığını hissediyorsunuz. Artık daha fazla ışık saçıyor.

  • Şimdi bebeği gözlemleyin. Nasıl davranıyor? Ağlıyor mu? Üzgün mü? Yoksa korkuyor mu?

  • Sadece orada olmaktan başka bir şey yapmayın. Bırakın bebek sizin varlığınızı hissetsin.

  • Şimdi ona gülümseyin. Ona korkmamasını söyleyin. Onu eve götürmeye geldiğinizi söyleyin.

  • Bebeğe 15 dakika Reiki verin. Bu esnada ona şu sözleri söyleyin:

“Dünyada olman çok güzel”.

“Seni her zaman koruyacağım”.

“Seni çok seviyorum”.


  • Bu onaylamalardan sonra yaklaşarak onu okşayın, sevin ve artık gitmeniz gerektiğini ve yakında tekrar geleceğinizi söyleyin.

  • Geldiğiniz koridordan yürüyerek geri dönün. Yirmi basamaklı merdiveni adım adım çıkarak evi terk edin.

  • Artık yavaş yavaş buraya, şimdiye geri gelin.

  • Reiki’yi kapatın ve teşekkür edin.


İçinizdeki çocukla ilk teması gerçekleştirdiniz. Meditasyon sırasındaki duygularınızı, not edin. Acı verici yalnızlık, güvensizlik, huzursuzluk duygularına kapılabilirsiniz. Bu çalışmayı meditasyon sonrası kendinizi iyi hissedene kadar sürdürün.


Bu sürecin uzunluğu, tamamen içinizdeki çocuğun ne kadar yara aldığına bağlıdır. Ama belli bir zamandan sonra artık bebeğin tamamen iyileştiğini, sizi sevgiyle beklediğini ve mutlu olduğunu göreceksiniz.


Öyle olduğunda:


  • Bebeği kucağınıza alın ve onu çok sevdiğinizi, ona ihtiyacınız olduğunu söyleyin. Sizinle yukarıya gelmeye razı olup olmadığını sorun. Eğer size sevinçle bakıyorsa, onunla birlikte merdivenleri çıkarak evi terk edin.

  • Evi terk ederken kollarınızdaki bebeğin varlığınızın bütününde eridiğini hissedeceksiniz. O artık sizinle bütünleşti, her iki ruhsal parça birbirlerine bağlanıp bütün oldu. Artık kendinizi olağanüstü huzurlu hissediyorsunuz.

  • Diğer çocukluk dönemlerine ait çalışmalarınız, o döneme ait resminizle aynı meditasyon akışı içinde yapılacaktır.

  • Meditasyon sonrası duygularınızı gözlemleyin, not edin ve kendinizi çalışma yaptığınız yaş grubunda tam olarak mutlu, huzurlu hissedene kadar aynı çalışmaya devam edin.


Sevgiyle kalın.

21 Ekim 2010 Perşembe


“İÇİMİZDEKİ ÇOCUK”


Ruhumuzun bedenimize bağlanmasıyla başlayan ve “ergenlik” dönemimize kadar devam eden süreç hepimiz için çok büyük önem taşıyor. Çünkü yetişkinlik dönemimizde yaşadığımız, bazen de sebebini anlamakta güçlük çektiğimiz sorunlarımızın kökeninde çocukluk dönemimizde geçirdiğimiz tecrübeler vardır.


İşte bu geçmişte yaşadığımız bazen reddedip unutarak bazen baskılayarak bilinçaltımıza ittiğimiz bu tecrübelerimizin toplamına “içimizdeki çocuk” diyoruz.


İçimizdeki çocuğun yaşadığı acı verici tecrübeleri bilinçaltımıza ne kadar itersek, o kadar etkilerini sürdürüp bilincimize hükmetmeye başlarlar. Öyle ki yetişkin olarak hayatımızı özgürce ve serbest irademizle ve kendi kararlarımızla sürdüremez hale gelebiliriz.


Sonradan pişman olsak da bazı durumlarda kontrolden çıkıp başkalarına karşı sergilediğimiz davranışların sebebi “içimizdeki yaralı çocuktur”. Bu gibi durumlar ve olaylar karşısında gerektiğinden fazla tepki vermek, güçlü duyguların eşlik ettiği öfke patlamaları şeklinde görülür.


İçimizdeki çocuk bilinçaltımızın bir parçası olduğu için, ondan dolaylı olarak haberdar oluruz. Aşağıda sıraladığım tutum ve davranışlar “içimizdeki çocuğun” yaralı olduğu mesajını bize verirler:


· Karşı cinsle olan ilişkilerimizde daima ötekine bağımlıysak;


· Başkaları tarafından sevilmeyi, ilgi görmeyi ve dikkat çekmeyi sürekli bekliyorsak;


· Mevcut bütün bağımlılık formlarına yatkınlığımız varsa (Alkol, sigara ve madde bağımlılığı ve aşırı kıskançlık);


· İnsanlarla ilişkilerimizde her zaman hayal kırıklığı yaşıyorsak;


· Kendi ihtiyaç ve arzularımızın yalnızca başkaları tarafından karşılanacağına inanmışsak

(kendimize yetememek ve kendimizle başbaşa kalmayı reddetmek);


· Dikkat çekmek ve takdir edilmek için yoğun bir çaba içine giriyorsak;


· Başkalarının problemlerini çok fazla sorun edip, bundan sıyrılmakta zorluklar yaşıyorsak;


· Ani tepkilere, kontrolsüz davranışlara, öfke patlamalarına ve şiddete yatkınsak;


· Başkalarına güvenmekte zorluk yaşıyorsak;


· Depresyona yatkın olup, yaşamı yeterince anlamlı bulmuyorsak;


Bu listedeki örnekleri daha da uzatabiliriz. “İçimizdeki çocuğun” derinlerdeki yaraları hayatımıza olağanüstü etki edebilir.


Genellikle anne babalar, kendi içlerindeki yaralı çocuğu fark etmedikleri için kendi çocuklarına yansıtarak yaşarlar. Böylece kendi problemlerini nesilden nesile aktarmış olurlar.


Anne babanın sevgisizliği yada sevgilerini ifade edememeleri, önemsememeleri, çocuklar arasında ayırım yapmaları, onları takdir etmemeleri, davranışlarında istikrarsız tutum izlemeleri, güven duygusu vermemeleri, çocuğa ya da aile bireylerinden birine şiddet göstermeleri, taciz etmeleri, çocuğu istemeden dünyaya getirip bunu dile getirmeleri, yaratıcılığını ezip kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmeleri, ölçüsüzce cezalandırmaları ve yetersiz bulmaları “içimizdeki çocuğun” yaralanma sebepleridir.


Çocuğun gerçekte olmayan bir şeyi gerçek gibi algıladığı durumlar da olabilir. Çocuğun içinde bulunduğu durum, onun gerçeğini yansıtmıyor olsa bile, çocuk kendini yalnız, terk edilmiş yada sevilmediğini hissedebilir.


Bu duygusunun gerçeği yansıtıp yansıtmadığının hiçbir önemi yoktur. Çocuğun içinde yaşadığı koşullarda algılaması bu yöndeyse yani yaralanmış ve incinmişse onun gerçeği değişmeyecektir. Burada önemli olan çocuğun ne hissettiğidir.


“İçimizdeki çocuğun” gerçeği sadece ne hissettiğiyle orantılıdır. İncinmesini belirleyen unsurlar, onun yaşam ve görev planının parçasını oluştururlar. İçimizdeki çocuğun yaralarını sarıp iyileştirirsek, hem üstbenliğimize uzanan kanalı iyileştirmiş, hem de yaralarımızı kendi çocuklarımıza aktarmamış oluruz. Böylece çocuklarımız bizden devralacakları yaraları iyileştirmek için güç sarfetmeyerek kendi yollarında bizden daha ileriye gidebilirler.


Bu görevimizin farkındalığı ile işe kendi “anne ve babalarımızı” affederek başlamalıyız.


Bir sonraki yazımda Reiki 2 seviyesindeki arkadaşlarımız için “dört dönem” halinde “içimizdeki çocuğu iyileştirme meditasyonu”nu paylaşacağım.


Sevgiyle kalın.

10 Ekim 2010 Pazar


DÜŞÜNCELERİMİZİ KONTROL EDEBİLİRİZ.


Hepimiz düşüncelerimizin yaratıcı olduğunu ve bugünkü düşüncelerimizle geleceğimizi şekillendirdiğimizi biliyoruz. Zihnimizin konrolünü ele alabilirsek yaşamımızın sorumluluğu ve kontrolü elimize geçer.


Yaşamımız içinde olumsuz birçok duygu ve düşüncenin zihnimizden gelip geçmesine engel olamayışımızın en önemli sebeplerinden biri; zihnimize hakim olabilecek “konsantrasyonu” sağlayamamamızdır. Düşüncelerimize konsantrasyonumuzu geliştirebilirsek her türlü olumsuz düşünce kalıbımıza hakim olabiliriz.


Size önereceğim çalışma süresince, tüm zihinsel ve duygusal işlevlerinizin tam kontrolünü ele almaya ve negatif düşünce ve duygulara zihninizde yer vermemeye şimdi karar verebilirsiniz. Kulağa çok güzel geliyor değil mi? Belli bir disiplin ve kararlılıkla çalışmaya başlarsanız gerçekten başarırsınız.


BİRİNCİ AŞAMA:


Başlangıç ya da hazırlık safhası denen birinci aşama, çalışma öncesi kendinizi zihinsel olarak hazırladığınız “ön hazırlık” devresidir.


Önce kendinizi yoğun olarak bu çalışmaya ve başarmaya hazır hissedin. Unutmayın bu çalışmayı başarmanız, bütün hayatınızı olumlu yönde etkileyecek ve konsantrasyonunuzu geliştirecek.


“Düşünce kontrolü” uygulamasına geçmeden önce en az 1 hafta süreyle kendinizi gözlemleyin. Günlük hayatınızda, olaylar karşısında duygu ve düşüncelerinize ne derece hakim olduğunuzu sadece gözlemleyin. Düşüncelerinizin akışını ve hızını izleyin. Olumsuz düşüncelerinize engel olmaya çalışmadan sadece gözlemci olun. Böylelikle sizi 1 hafta sonra bekleyen engellerin ne olduğunu önceden farkedebileceksiniz.


İKİNCİ AŞAMA:


“Düşünce kontrolü” çalışmasını ilk kez uyguluyorsanız. Haftada bir günlük “zihinsel perhiz” çalışması yapmanız uygun olur.


Bir ay boyunca haftada 1 gün olmak üzere dört uygulama yapmalısınız. Haftanın belli bir gününü seçerek işe başlayabilirsiniz.


Seçtiğiniz gün boyunca olumsuz düşünce ve duygulara zihninizde yer vermeyi reddedin.


Bir ay boyunca dört “düşünce kontrolü” çalışmanızı tamamladıktan sonra üçüncü aşamaya hazırsınız demektir.


ÜÇÜNCÜ AŞAMA:


Çalışmanın üçüncü ve son aşamasında bir haftalık “düşünce kontrolü”nü gerçekleştireceksiniz. Tam bir hafta boyunca aşağıdaki “SEKİZ TEMEL PRENSİBİ” uygulayarak bu çalışmayı başarabilirsiniz:


1. Birbirini izleyen 7 gün boyunca, zihninizde olumsuz düşünce ve duygulara yer vermeyin.


2. Kendinizi olumsuz bir düşünceye ya da duyguya odaklanmış durumda yakalarsanız ki bu olacaktır; derhal çalışmanızı hatırlayın. Bu size itici bir güç verecek ve olaylar karşısındaki dayanma gücünüzü arttıracaktır.


3. Çalışmanız boyunca şunu unutmayın: Birçok insanın otomatik olarak yaşadığı bu dünyada bu, bilinçli yaşamaya doğru attığınız çok önemli bir adım. Bunun önemini hissedin. Mutlaka başarıya ulaşacaksınız.


4. Çalışma yaptığınız yedi gün boyunca her sabah yatağınızdan kalkıp, güne başlarken sizi güçlendirecek telkinleri kendinize uygulayın. Böylelikle güçlendirici zihinsel ve duygusal davranış biçimlerine daha sabahtan kendinizi odaklamış olursunuz.


5. Bir hafta boyunca, tüm dikkatinizin sorunlara değil, çözümlere dönük olduğundan emin olun. Bir zorlukla karşılaştığınızda hemen çözümün ne olabileceğine odaklanın. Sorunu değil, çözümü düşünün...


6. Geriye doğru kayarsanız, yani kendinizi olumsuz düşünce ve duygulara yönelmiş durumda yakalarsanız, üzülmeyin. Hemen değişirseniz bunun pek sakıncası yoktur. Ama bu tür düşüncelere belli bir sürenin üzerinde takılıp kalmayı sürdürüyorsanız, çalışmadaki başarınızdan uzaklaşıyorsunuz demektir. Bu süre 10 saniyeyi geçmemelidir. Çalışmanızın boşa gitmesine izin vermeyin.


7. Sorunlarla karşılaştığınızda kendinizi olayın dışında görmenizi sağlayacak ve buna bağlı olarak objektif bir biçimde durum değerlendirmesi yapmanızı sağlayacak şu soruları kendinize sorabilirsiniz:


Ben karşılaştığım bu olaydan ne öğrenebilirim?”

“Bu durumun bana anlatmak istediği şey nedir?”

“Bu olayla niçin karşılaştım?”

“Karşılaştığım bu olayı öfkelenerek ya da üzülerek halledebilecek miyim?”

“Öfkemin ya da üzüntümün bana bir yararı olacak mı?”


Bu sorular sakinleşmenizi ve daha “objektif” değerlendirmeler yapmanızı sağlayacaktır.

Burada amacımız hayatın sorunlarını görmezden gelmek değil, kendimizi sorunlar karşısında daha sağlıklı ve yapıcı bir zihin durumuyla bunların üstesinden gelmektir. Zihninizi yapıcı ve verimli hale soktuğunuzda, aradığınız çözümler çok daha kolay ve hızlı bir şekilde gelir.


8. Olayların hem içinde, hem de dışında yaşama alışkanlığını geliştirin. Yani zaman zaman kendinizi ve olayları dışardan seyredin... Olayla olay olmadan objektif bakmaya çalışarak dışardan kendinizi ve olaylara verdiğiniz tepkileri izleyin. Zaman zaman yaşamınıza dışardan bakın ve kendinizi gözlemleyin.


Çalışma yaptığınız bir haftalık süre boyunca başarı ve başarısızlıklarınızı not ederseniz, sizi etkileyen ve kontrolünüzü bozan olayları tespit eder ve bir sonraki çalışmada aynı hataları tekrarlamamış olursunuz.


Bu çalışmayı belirli aralıklarla tekrarlayabilirsiniz. Bu yedi günlük süre bitince en az iki hafta boyunca normal düşünce ritminize dönüp daha sonra yeniden bir haftalık çalışmayı uygulayabilirsiniz.


Yaşamlarında başarılı ve mutlu olan insanlar, olaylar ve zorluklar karşısında zihinlerini açık, net ve duru durumda tutan, olayla olay olmamayı başaran insanlardır.


Çoğunun ortak kuralı; Hayatta hiçbir zaman vaktinizin %10’undan fazlasını bir soruna harcamayın, en az %90’ını sorunun çözümüne harcayın. Hele küçük şeyleri asla dert etmeyin. Unutmayın ki, onlar yalnızca “küçük” şeylerdir.


Sevgiyle kalın.

6 Ekim 2010 Çarşamba


DÜŞÜNCELERİMİZİN GÜCÜ


Günlük hayatımızda düşünürken ya da konuşurken çoğumuz kelime seçimlerimize çok az dikkat eder ve genellikle olumsuz kalıplarla konuşuruz.


Zihnimizde sürekli tekrarlanan düşünceler, bizden çıkarak zihin yasasına girer ve yaşam deneyimi olarak bize döner.


Söylediğimiz sözler düşüncelerimizin uzantısıdır.


Düşüncelerinizi ve sözlerinizi izlemeye başlayın, olumsuz ya da sınırlayıcı sözleri sık sık tekrarlıyorsanız onları değiştirmeye çalışın. Olumsuz bir hikaye dinlediğinizde bunu herkese anlatmayın. Her anlattığınızda bunu tekrar tekrar onaylamış olursunuz. Olumlu bir hikaye dinlediğinizde ya da yaşadığınızda ise herkesle paylaşın.


Çevrenizdeki insanların neyi nasıl söylediklerine dikkat edin. Söyledikleri şeylerin hayatta deneyimledikleriyle ilgili olup olmadığına bakın.


Birçok kişi hayatını “meli-malı” kalıplarına bağlı olarak yaşar. Bu zorunluluk kalıplarını düşünce tarzınızdan ve sözlüğünüzden çıkarmamız çok önemlidir. Bunu yaptığımızda kendimize yüklediğimiz baskıdan büyük ölçüde kurtuluruz.


“İşe gitmek zorundayım, şunu yapmak zorundayım, bunu yapmak zorundayım...” dedikçe kendi üzerimize korkunç bir baskı yükleriz.


Bunun yerine “yapmayı seçiyorum” kalıbını kullanalım. “İşe gitmeyi seçiyorum, çünkü harcamalarımı ve faturalarımı ödememi sağlıyor”.


Zorunda olmak yerine “yapmayı seçiyorum” kalıbı hayatımıza çok farklı bir bakış açısı kazandırır.


Birçoğumuz “ama” kelimesini çok sık kullanırız. Cümlemize olumlu bir ifade ile başlar sonra da “ama” diyerek bilinçaltımıza çelişkili ifadeler göndeririz.


Konuşurken “ama” kelimesini ne kadar sıklıkta kullandığınıza dikkat edin. Olumlu cümlelerinizi “ama” ile sonlandırmayın.


Gün içinde düşüncelerinizi ve sözlerinizi izleyin. Kullandığınız kelimeleri farkına varmaya başlayacaksınız. Bir şeyi üç kereden fazla söylediğinizi duyarsanız hemen not edin, çünkü bu bir kalıptır. Bazı kalıplar olumlu ve destekleyici olabilir ama sürekli tekrarladığınız çok olumsuz kalıplarınız da olabilir.


Gece uykuya dalmadan önceki son düşüncelerinize dikkat edin. Güçsüzleştirici ve olumsuz düşüncelerden uzak durun. Uyumadan önce geleceğinizle ilgili mutlaka olumlu şeyler düşünün ya da hayal kurun. Sabah yataktan kalkmadan önce de aynı şeyleri yapın.


Hayatınız boyunca şimdiye kadar deneyimlediğiniz bütün olaylar ve yaşam deneyimleriniz geçmişten kaynaklanan kendi düşünceleriniz ve duygularınız tarafından yaratıldı.


Sorumlu aramayın, hayatımızın sorumluluğu elimizde. Bu hem ürkütücü hem de muhteşem bir şey.


Geçmişi sevgiyle serbest bırakın ve sizi bugünkü farkındalığınıza taşıdığı için ona minnet duyun. Şu anda yaptığınız şey düşüncelerinizle ve duygularınızla yarınınızın zemini hazırlamaktır. Yarın da bir şey yapamayız ve geçmiş için de yapabileceğimiz bir şey yoktur.


Hayatımızla ilgili şeyleri sadece “bugün” yapabiliriz.


Asıl önemli olan, şu anda neyi düşünmeyi, neye inanmayı seçtiğimizdir.


Düşüncelerinizin ve duygularınızın kontrolünü ele aldığımızda hayatınızın kontrolü de elinize geçer. Zihninizin kontrolü sizdedir.


Siz, yaşamın harika sevgi dolu bir ifadesi olmak üzere yaratıldınız. Yaşam kendinizi ona açmanızı bekliyor; sizi bekleyen güzelliklere kendinizi layık hissetmenizi bekliyor.


Evrenin bilgeliği ve zekası onu kullanmanız için bekliyor.


Kendi içinize yönelin ve kim olduğunuzu keşfedin.


Bir sonraki yazımda Düşünce Kontrolünü tekniğini anlatacağım.


Sevgiyle kalın.

3 Ekim 2010 Pazar


AFFETME MEDİTASYONU


Affediciliğin gerçek anlamı kendini affetmektir. Affedicilik düşüncelerimizi ilahi uyum yasasıyla paralel hale getirmektir. Eğer sağlıklı ve mutlu bir hayat istiyorsak bizi incitmiş olan herkesi affederek işe başlamalıyız. Düşüncelerimizi ve duygularımızı ilahi yasa ve düzenle uyumlu hale getirerek kendimizi affedelim. Başkalarını affetmeden kendimizi tamamen affedemeyiz.


Günümüzde tıbbın psikosomatik alanı, romatizmadan, kalp hastalığına kadar birçok hastalığın arkasında içimizde biriktirdiğimiz öfkenin, başkalarını yargılamanın, vicdan azabının, pişmanlıkların ve düşmanlıkların olduğunu vurgulamaktadır. Bu olumsuz duyguların neden olduğu stres, vücudun bağışıklık sistemini doğrudan etkiler ve bizi hastalıklara açık hale getirir.


Başkalarını affetmek, zihinsel ve duygusal sağlığımız için gereklidir. Zihninizde ve kalbinizde karşınızdaki kişi hakkında hiçbir yakıcı duygu kalmayana kadar ona sevgi, huzur, keyif ve bilgelik verin. Bu affediciliğin “asit” testidir.


Şimdi sizle “imajinasyon” yöntemi ile affetme meditasyonu yapacağız. Reikiye uyumlanmış arkadaşlarımız çalışma sırasında reiki kanallarını açabilirler.


Bu çalışmada affetmek istediğiniz kişiyi kendiniz seçeceksiniz.


Çalışma yapacağınız odada; 1 bardak su, 1 kase kalın tuz, 1 kase toprak, varsa mum ve varsa “ametist” kristalini çalışmanız boyunca yakınızda bulundurun. Sevdiğiniz doğa seslerini içeren meditasyon müziği çalışmanıza eşlik edebilir.


Çalışmanızı yarıda kesmeyin ve seçimlerinizi kendi iradeniz ile “yalnız kendiniz” için yapın.


Şimdi rahatsız edilmeyeceğiniz bir ortamda rahat bir şekilde yatağa uzanın ve gevşeyin.


Burnunuzdan derin bir nefes alın, birkaç saniye tutun ve ağzınızdan kuvvetlice verin.

Bunu birkaç kez tekrarlayın.


En sevdiğiniz çiçeği elinize alın, çiçeğin kokusunu içinize çekin, içiniz taptaze çiçek kokusuyla doluyor. Önünüzde üzerinde mumlar yanan bir pastayı görün. Aldığınız tüm nefesi tutarak önünüze gelen pastanın tüm mumlarını söndürün. Çiçeği tekrar koklayın, kokusunu tutun ve tekrar önünüze gelen pastanın mumlarını söndürün.


Şimdi normal nefes ritminize dönün ve kendinizi olabildiğince sakin bırakın.


Ben... (Adınızı ve soyadınızı söyleyin) bütünün ve benim en yüksek hayrıma olacak şekilde (Çalışma yapacağınız kişinin adını ve soyadını söyleyin), ile ilişkimin iyileşmesine, negatif enerjilerden arınmasına, ve bu kişiyle ilgili derslerimi rahatça, zevkle ve huzurla almaya niyet ediyorum”.


Reiki kanalımı sevgiyle açıyorum. Yüksek Benliğimi, Reiki Rehberlerimi ve Baş Melek Mikail’i bana yardım etmeleri için davet ediyorum.


“Sevgili egom bu çalışmanın dışında kal ve izleyici ol”.



“Şu an ben kendi yüksek irademle bu çalışmayla ilgili dirençlerimi serbest bırakıyorum ve şifa bulmayı diliyorum”.


“Yaratıcı kaynaktan beyaz koruyucu ışığı göndermesini diliyorum. Kaynaktan gelen beyaz ışık beni sarmalıyor ve içine alıyor. Bu ışık kanallarından sadece sevgi ve pozitif enerjiler sızabilir”.


Şimdi karşınıza o kişinin geldiğini görün...


Sadece aranızda göbekten atılmış bir kordon olduğunu görün ve hissedin.

Bu kordon ilişkinin tüm negatif enerjilerini temsil ediyor.


“Bütünün ve benim en yüksek hayrıma................ile aramda tüm negatif enerjileri içeren bağı kesiyorum ve elimdeki mor balona dolduruyorum.


“Seni affettim, seni bağışlıyorum ve seni seviyorum.

Seni affettim, seni bağışlıyorum ve seni seviyorum.”


“Sevgili... lütfen sen de aramızdaki negatif enerjiyi içeren bağın kendi tarafını kes.


Artık ikimiz de hürüz. Mor balonun ağzını mor bir iple bağlıyorum ve sevgiyle evrene bırakıyorum.


Bütünün ve bizim en yüksek hayrımıza evrende ilerleyen balonu patlatıyorum”.


Baş Melek Mikail’den bütün bedeninizi ve auranızı beyaz bir ışıkla doldurmasını rica edin.


Şimdi tekrar edin;


“Ben kendimi tam olduğum gibi her halimle seviyorum.

Ben kendimi tam olduğum gibi kabul ediyorum.

Yaşadığım herşeyin en yüce hayrıma olduğunu kabul ediyorum.

Yaşadığım her şeyin benim ruhsal gelişimim için olduğunu kabul ediyorum”.


Yaşadığım her şeyin varlığına şükrediyorum.

Ben kendimi seviyorum.

Ben kendimi sevgiye teslim ediyorum

Ben kendimi affediyorum”.


Derin bir nefes alın, tüm bedeninizin, auranızın pembe bir ışıkla dolu olduğunu görün ya da hissedin.


Şimdi karşınızdaki insana kalbinizden pembe bir ışık gönderirken tekrarlayın;


“Ben seni tam olduğun halinle kabul ediyor ve onaylıyorum.

Seninle yaşadığım her şeyin en yüce hayrıma olduğunu kabul ediyorum.

Ben senin varlığına şükrediyorum,

Ben seni affediyorum.

Ben seni bağışlıyorum”.


Onun bedeninin ve aurasının pembe ışıkla dolduğunu görün ya da hissedin.


Bir çiçek bahçesindesiniz, en sevdiğiniz çiçeklerden bir demet alın ve çalışma yaptığınız kişiye gidin;


“Lütfen bu çiçekleri kabul et;


Ben seni tüm olanlardan dolayı bağışlıyorum.

Sevgiyle affediyorum, lütfen sen de beni affet”.


İsterseniz sarılın, öpün, içinizden geldiği davranın. Onun size gülümsediğini görün.


“Seni kendimden, kendimi senden özgür bırakıyorum.

Yolun sevgiyle aydınlansın.

Bırakın, el sallayın ve onun gittiğini görün”.


Bu kadar uzun bir çalışmayı ezberinizde tutmanız zor olabilir. Genelde bu çalışmayı Reiki eğitmeni, kişiye tekrarlatarak yaptırır. Eğer siz çalışmayı evinizde ve tek başınıza yapmak isterseniz, telefonunuza ya da bir CD’ye sesinizi kaydedebilir, sonra çalışma esnasında sesinizi dinleyerek içinizden tekrar edebilirsiniz.


Sevgiyle kalın.